27 Kasım 2017 Pazartesi

Gönül İşleri, Çay Ve Deterjan Üçgeni



             Etrafımda çok fazla yalancı yüz görüyorum, samimiyetten fazlasıyla uzağız; samimi olduklarımızla fiziksel olarak uzaktayız.  Sarılmayı çok seven bir insan olarak neden insanların sevdikleri ya da en azından samimi olduğu insanlara neden sarılmadığını çözememekteyim. Sarılmak dünyanın en güzel işlerinden biridir, kaldı ki bir alıntıya göre “ Yalan söylerken yüzünü saklamanın en güzel yoludur” denir ama öyle de hiç kullanmadığımı belirtmeliyim.

                           Yine her şeyden çok sıkıldığım bir andayım, flört edesimin kaçtığı, bugün acaba nasıl tatlılık yapsam diye uğraşmaktan yorulduğum bir andayız. Çünkü sanıyorum ki tatlılık yapmak zorunda değilim, ama lan düşünüyorum o zaman da beni kimse sevmez. Zaten sevilecek çok bir yanım da yok gibi geliyor bana.(sevgililerim, flörtlerim ve arkadaşlarım aksini söylemekteler)
Ben kendimi hep kötü gördüm, ne kadar kötü olmasam da; sanırım bu benim kendimi daha iyi hâle getirebilmem için çabalamamda gerekli bir şey. Sesimin sakinleştirici bir etkisi olduğu defalarca gerek uzmanlar gerek de dostlarca söylenmiştir, aynı sesin gecenin bir vakti bağıra çağıra küfür ettiğini biliyor olmak biraz üzücü olsa gerek. Hepimiz kusurluyuz, her ne kadar ağızımdan “ Aaaah mükemmel ben! Daha önce de mükemmel olduğumu söylemiş miydim?” gibi cümleler duyulsa da m ükemmel olmadığımı biliyorum. Olamayacağımı da biliyorum. Sadece iyi bir şeyler yapıp, karşılığında iyi şeyler yaşamak isteyen bir adamım daha fazlası olmadı hiç, zaten gerek de yok ki.

             Her neyse, bunlar yazının açılışı için gerekli boşlamalardı.  Neyi fark ettim biliyor musunuz? İnsan alıştığı şeyi kolayca bırakamıyor, neye alıştığınızın bir önemi yok, bu iyi bir şey de olabilir, kötü bir şey de olabilir elbet. Söylemeye çalıştığım şey, bundan kolayca vazgeçemediğimiz ve bilinçaltımızın buna inatla karşı çıktığı. Somutlaştırmak gerekirse, gitmeyen bir ilişkiyi asla bitirecek cesareti bulamamak. Neden mi, alışmışsındır çünkü, en boktan bir ilişki bile en azından monoton bazı şeylere sahiptir. Haftanın hangi günü nerede ve nasıl görüşeceğin, ne üzerine kavga çıkacağı, ne zaman karşındaki insanı görmediğin özel bir kafa dinleme anın var, telefonun ne zaman çalacağı ya da çalmayacağı, kimin özür dileyip dilemeyeceği, hangi filmin izlenmek için hangi filmin oynaşmak için gidildiği az çok tahminlere ve tecrübelere açıktır. Ve atılan her adımın sonucu bilindiği için az çok, ne kadar kavga edilse de bırakmaz iki tarafta birbirini. Çünkü ortada bir alışılmışlık, hiç yoktan bir öngörülebilirlik vardır. Bu sebeple de bilinçaltınız sizin buradan kaçmanıza olanak vermez, çünkü konfor alanının dışına çıkmaya çalışıyorsundur ve organizma için iyi değildir, tecrübelerin ve evrim sana bunu söyler. Hâlbuki konfor alanının dışına atılan her adım konfor alanının çapını biraz daha açacaktır, hiçkimse size konfor alanının dışı olan “Tehlike alanı”na geçin dememekle beraber, herkes konfor alanınızın kölesi olmamayı öğretmeye çalışmaktadır. Kısa vadede sizi daha mutlu edeceğini vaad eden konfor alanından ziyada uzun vadede sana gül bahçesi vaad eden konfor alanının dışı daha iyi olacaktır. Çünkü konfor alanının dışında bazı tehlikelere karşı koyamaz durumda olacak ve başına gelebilecek diğer şeylere karşı açık olacaksındır. Yani ne demeye çalışıyorum? Konfor alanının içinde saklandığımız müddetçe bildiğimiz ve öngördüğümüz şeylerin dışında bir şey yaşamak pek de mümkün olmayacaktır. ( Travmalar hariç)

             O yüzden, kafalarımızı kumdan çıkartırsak şayet biraz daha güzel olacaktır. Taş çatlasa 100 yaşına dek yaşacağınız bir hayatta bence hata yapma LÜKSÜNÜZ var. Ve bunu kullanın, çünkü birileri karşı çıkmaya korktuğu içindir diye düşünmekteyim ki 08:00- 18:00 gibi çalışma saatlerinin,akşam trafiklerinin, paranın kölesiyiz.. Ya dimi düşününce nasıl da vuruyor bu?
O yüzden naçizane tavsiyem arada bir konfor alanınızın dışına çıkmanız.  Geçtiğimiz aylarda önce ben çıktım bu konfor alanından.  Başta her şey yolunda gibiydi. Wohooo çok mutluyum falan modundaydım, lâkin sonra bazı işler istediğim gibi gitmedi, bilinçaltım bu fırsatı kolluyormuşçasına “Haaa haaaa nasıl da iyiydik ama şuradayken” moduna giriverdi. Hayır efendim! İyi falan değildik, uykusuz geceler, her an sinirler, sürekli her şeyi açıklama gerekliliği hiç de iyi değildi. Ama az önce yukarıda saydığım bazı monotonluklar beni yine cezbediyordu. Daha önce bu tuzağa düşmüştüm. Bu sefer biraz da “ Man Up” moduna girerek kendime her zaman istediğimi elde edemeyeceğimi, alışmış olduğum bu her şey benim felsefesinin bir illüzyon olduğunu anlattım. Zar zor da olsa bu yolda ilerlemeye devam ediyorum, çünkü yapmam gereken şeyin bu olduğu aşikar.

             Kendim bu konfor alanından çıktıktan sonra benzeri durumda bir dostumu kurtarmaya karar verdik böyle bir durumdan, başka bir dostumla. Beşiktaş’ta bizim ekipteki tüm kalplerin kırıldığı ya da başkasının kalbini kırdığı bir çay bahçesi var, bizim için Nam-I Diğer “Kaybedenler Kulubü”  burası. Çayı günün her saatinde berbat, türk kahvesini ya yanlış getirirler ya da yarısı tabağa dökülerek. Böyle bir mekan işte, anlamsızca oturuyoruz, diğer arkadaşımızla tanışalı 24 saat olmadığı bir gerçek ama masadakilerden hiçbiri bunu uyandırmıyor. Yıllardır tanışıyoruz gibi bir muhabbet var, ki ben bu durumu çok seviyorum, önemli olan ne kadar zamandır tanıştığın değil, ne kadar yakın olabildiğindir. Ortadoğu ve Balkanların en bayat ve en deterjan tatlı çayını içerken sohbet açılıyor ve arkadaşımız dökülüyor. Benim yaşadığım dört beş farklı olayın tek bir olaydaki kombini gibi olay ve acil müdahale gerekiyor, sağlık sorunları ortaya çıkmış ve işler çoktan boka sarmış durumda. Bu sebeple hemen müdahale etmeye başlıyoruz dostumla beraber hastaya, bayat çay gidiyor ve yerine daha bayatı isteniyor, bir o paketten bir o paketten sigara yakılıyor, nikotin değerlerini dengelemeye özen dahi göstermeyerek sigaranın asıl olay olmadığını vurguluyor gibiyiz, kaldı ki sigara o anda o masada asıl olay hiç değildi. Biraz komik bir benzetme olacak ama, Fatih’in toplarının İstanbul’u dövdüğü gibi sağlı sollu sözel girişiyoruz 24 saattir tanışmıyor olduğumuz arkadaşa, gözleri böyle bir doluyor gibi oluyor ama ağlamıyor. Bizde de durumlar aynı neticede sakat zaten, o ağlarsa tüm masa ağlayabilir haberi yok-tu şu ana kadar. Okuyunca anlar.
Pakette kala kala son üç dal kalmış, 24 saattir tanışmadığımız arkadaş pakete yelteniyor, eline vurup “dur bakalım” diyorum. Neticede iki saattir sana dil döküyoruz. %70’i su %20’si çay %10’uysa deterjan olan çaydan o kadar çok içmişiz ki birazdan üfleyerek balon çıkartabileceğiz… Tanrım o ne boktan bir çaydır ya… Aklıma geldi sinirlendim yine. Her neyse o boktan çay bir başka yazının konusu olabilir pek tabii, çünkü bu bünyeye aynı zamanda dünyanın en güzel çayı da girmiş durumda.
Sigara içen arkadaşlarım için geliştirdiğim bir söz verme yöntemim var. Eğer alkollü bir ortamda isek içecekler tokuşturulur, masaya vurulur bir yudum alınır ve her neyin sözü veriliyorsa yüksek sesle söylenerek sigara içen kişi sayısı kadar sigara yakılır. Ritüel budur. Ancak Kaybedenler Kulubü’nde olduğumuz  ve mekanda alkolün tek varlığı çayımızdaki deterjanın içindeki alkol olduğunu varsayarsak ilk kısmı pas geçerek direk sigara yakıldığını siz de tahmin etmişsinizdir sayın okuyucu.
             Sanıyorum o masada herkes tek bir söz verildiğini zannediyordu, ama tecrübeyle sabittir ki masadaki kişi sayısından kat be kat fazla sözler verildiği görülmüştür o masalarda.

             Bir nevi o masadaki sözüme sadık kalmak amacıyla devam ediyorum, ve hiçbir pişmanlığım da yok, ulan zaten olsa da yapacak bir şey yok. Hayat bu…
                                                                                              Az biraz cesaret, kafaları kumdan çıkartın.

22 Kasım 2017 Çarşamba

Ben, Kendim , Şahsen

                               Anlayamadığım şeyler oluyor, artık o kadar anlam vermekte zorlanıyorum ki öyle bir boş vermişlik var ki üzerimde henüz bunu ben bile tanımlayamıyorum.

Tüm sorumluluklarımdan kaçmak istiyorum, kendime vakit ayıramıyorum ve bunu herkes söylemeye başladı. Herkes söylüyorsa burada biraz gerçeklik payı vardır diyorum. Ve bu aralar oldukça fazla düşünüyorum, peh sanki çok düşünmem gerek bir şey olmuş gibi gelebilir ama olmadı.

Sadece kafamı kurcalıyor bazı şeyler, bazı eski cümleleri getiriyorum aklıma, haklı olduklarını bildiğim cümlelerdi gerçii ama yine de bu aralar kafama takılıyor nedense. Pişman olduğum bir şeyler olduğu çıkarılmasın asla bu cümlelerimden, yaptığım hareketlerimden oldukça memnunum, ancak insanın bir alışma duygusu var ki çok ilginç, karşımdakine söylerken kendimin de alıştığını fark etmemişim. Hâlbuki alışmamak biraz komik olurdu elbette, lâkin kaçınılmaz olanı yeterince ertelediğimi hâlâ daha gönül rahatlığıyla söylüyorum. Çünkü hayatta bazen istediğimiz şey ile yapmamız gereken şey farklı olabiliyor, ve ister istemez yapmak zorunda olduğum şeyi yaptım, yapmalıydım da. Yapmamam beni kötü etkiliyordu, karşımdaki ve etrafımızdaki insanları etkiliyordu. Bunun etkisi o kadar büyümeye başlamıştı ki, durdurmak gerekliydi.

Son zamanlarda çok sakin bir insana dönüşmeye başladım. İnsanın kendi sesini bağırırken duyması o kadar sıkıcı bir şeymiş ki, aslında ne kadar sakin bir insana dönüşebileceğimi unutmuşum bunu fark ettim. Asla boş durmadım, hep bir şeylere çabaladım. Pek çok insanı mutlu ettim lâkin insanların bana aynı şeyi yapmadığını ve hatta yapmaya bazen tenezzül bile etmediğini fark ettim.

Bu durum bir miktar canımı sıktı, her şeyi benim yapmam gerekmez oysaki hayatta. İşler bensiz de yürüyebilir, programlar, planlar, kulüpler, toplantılar bensiz de olabilirmiş. Oldurana kadar bunun farkına varamadım. Sanıyorum babama kızarken ben de küçük bir işkolik olmuşum.

                Pek çok şeyi kökten değiştirdim son dönemde ve bazı şeyleri o kadar hızlı değiştirmişim ki organizma olarak ben bile buna adapte olamadım. En basitinden bir buçuk belki iki aydır düzenli uyuyorum, yediklerime bir düzen getirdim, duygu durumlarım patır kütür değişmiyor, kimseyle telefonda kavga etmiyorum ama hepsinden önemlisi uzun zamandır sesim çatlayacak kadar bağırmamış olmam. İşler nispeten iyi ilerliyor, derslerime belki yeterince vakit ayıramıyorum, belki çok fazla flört etmeye çalışıyorum ama farkına vardım. Çok doğru bir söz var “ Çok kadın hiç kadındır yalnızlıktır sonu” o yüzden olacaksa bir tane flört olsun, ama şöyle iyice tanınsın, iyice sarılsın insanlar. Kadınları anlamak zaten zor ve garip bir uğraş. Dişi bir kedi bile acayip hareketler sergiliyorken bana karşı; kafası lunapark gibi durmadan çalışan bir kadının davranışlarını nasıl hemen çözebilirim ki?

Biraz uğraşacağım, zamana bırakacağım, acele etmiyorum, bildiğim bazı şeyler var. İyi bir insan olduğum, entelektüel ve çalışkan ve tatlı bir insan olduğum gibi. Açıkçası gerisini düşünmüyorum. Fark ettim ki bir kadının beni seçmesi değil benim kadını seçmem gerekiyor. Şayet elimi uzattığımda bana katılırsa yaşayacağı mutluluğu en iyi o bilecektir. Ben zaten karşımdaki insanın mutluluğuyla kolaylıkla mutlu olabilen bir insanım. Her zaman söylemişimdir bir ilişkinin en önemli noktası iyi bir arkadaş olmak, ikinci önemli nokta ise sevmek. Tensel olaylar listenin son sıralarına çok yakın, şayet bir kadını sadece vücudu için istiyorsak zaten sanıyorum ki bunun için cebimizdeki paranın yardımcı olacağı semtler ve kapılar olacaktır. 

                İşin özü, kısa özeti ise şöyle, yapabileceğim tüm saçma hareketleri kısa bir süre içerisinde tükettim, kaybettiğim bazı kumarlar ve potansiyeller oldu; ancak hepsinden önce geri döndüm, aklımı başıma topladım ve yoluma devam ediyorum, edeceğim de. Ve her zaman haklı olduğum bir düşüncenin farkına vardım. En basit gördüğümüz sokak hayvanları bile bazı çok önemli gördüğümüz insanlardan daha mantıklı ve daha akıllı davranabiliyor, uzunca sevdiğin bir kedi bile ertesi gün kucağına koşa koşa çıkarken, sevmeye çalıştığın bir kadın beklenmedik zamanda ilginç hareketler yapabiliyor ( evet evet flörtü çok beceremiyorum). Ama en azından o sokak hayvanı bile ne zaman saldıracağını belli ediyor, sinirlendiyse diş gösteriyor ısırıyor, bazı insanlarsa dişlerini göstererek gülerken aslında seni ısırmaya hazırlanıyor; sonradan fark ediyorsun.

11 Kasım 2017 Cumartesi

Hisler Vakti

                        Ne güzel söylemiş şarkıda " Kal gittiğin yerde mutlu ol, ya da gel kalbimde tahta sahip ol" sonra da eklemiş " Ama karar ver tutamıyorum zamanı" aslında şu cümleyi hayatımızda pek çok zaman karşımızda oturan insana söylemek istemişizdir. Pek çok kez bu heyecan kaplamıştır içimizi, ama çok kez de tutmuşuzdur kendimizi...

‌Ama neden? Niye tutsun ki insan kendini, yaşaya yaşaya kaç yıl yaşayacağız sanki şu hayatta? 70? 80? 25? Belki de on dakika sonra gelecek ölüm, nereden bilebilirsin ki. Hayat hep şu andadır, elinde olan ve değiştirilebilinen tek an; elinde olan o andır.
O yüzden bir kadının yüzüne ve de en çok gözlerine bakmak bu yüzden önemlidir. Kolay kolay insanların gözlerinin içine bakmayız hele de karşınızdaki insandan az bir etkilenmiş yahut karşılıklı bir etkileşim içinde olduysanız. Kaçar gözleriniz hep, etrafa bakarsınız anlamsız şeylere daha çok takılırsınız.

Ama yine de değiştirmeden devam edersin o ana. Peki neden? Bana sorarsan net bir korkaklıktır bu. Değişimden korkarsın, karşındaki insana kendini açmaktan hatta belki de adamaktan korkarsın kendini. Hâlbuki bu dünyadaki en güzel şey değil midir sevmek? Sevebilmek. Öpebilmek bir kadını gözlerinden, parmak uçlarından ve de elmacık kemiklerinden…
Bazen bir kitap değiştirir, bazen bir şiir bazen de; bir gülümseme hayatını.
En güzeli de sonuncusunun olmasıdır ya, ben en çok onu severim. Gerçekten de çok severim, şair aşık olmaya aşıkmış ya benim durumum tam olarak o. Güzel bir Cemal Süreya'yım bu hayatta, sevdiğim her kadını gayet tatlı sevebilecek; ona şiirler yazacak yeri gelecek uzun uzun manalı bakacak, yeri gelecek sadece kokusuyla mutlu olacak bir adamım. İlişki dediğiniz şey hem bir en yakın arkadaşlık hem de güzel bir sevmek işidir aslında üçüncü unsuru ise sadece kişiler arasında kalırmış...

Sevmek işi büyük bir konser kalabalığının hep bir ağızdan aynı şarkıya eşlik etmesi gibidir aslında, ya da o konser kalabalığının içinde hep beraber başka bir şarkıyı söyleyen küçük bir kalabalık belki de. Ama her şekilde bu bir uyum işidir yahu günün sonunda, öyle bir taraf sever bir taraf sevmez olmaz o iş. Hakkı verilen her ilişki karşılıklı sevgiye dayanmış ve pek bir sanatsal olmuştur sonunda.

Uzun lafın kısası bunlar dönüyordu aklımda, dedim ya çok kez tutmuşuzdur kendimizi, nedendir bilinmez, yine anlamsızca tuttum kendimi hâlbuki ne gerek vardı böyle bir şeye, anı yaşamak varken yine tutamadım zamanı. “Ah!” dedim içimden seni sevsem ne kadar güzel severim biliyor musun? Aklın ve de aklım şaşar, ama çok yoruldum bazı fiyaskolardan..

İşte bu sebeple bir miktar bakakaldım peşinden, ne gözümü alabildim ne de göze alabildim.


"Siz bana aptal hayaller peşinde koşmayan bir kalp gösterin, Ben de size mutlu bir insan göstereyim."


https://i.pinimg.com/474x/42/ee/bd/42eebd9cdba66f7ce27112e97abb5271--anton-ideas.jpg