28 Nisan 2018 Cumartesi

Reddediyorum!

Günümüz ilişkilerinin damdan düşercesine başlamasını reddediyorum.
Bahsettiğim hızlı başlaması falan değil. Hızlı başlasın daha güzeldir hatta.
Bu konuda birazcık geri kafalı olduğum için ben ilişkilerin bir teklif ile başlamasından yanayım. Beyefendi azıcık cesaret edip hislerini anlatsın bakalım karşısındaki kadına, bakalım yapabiliyor mu gerçekten?
O ne be öyle ay biz gülüyor eğleniyorduk takılıyorduk bir baktık sevgili olmuşuz. Hayır ya lütfen. Ben bunu kabul etmiyorum. Evet gezin, gülün,eğlenin takılın ama az önce de belirttiğim gibi, şu adam azıcık 'adam' olsun da öne çıksın bakalım bir adım. Burada erkeğe bir görev yüklemiyorum yanlış anlaşılmasın. Sevmek, hissetmek çok güzel arkadaşlar bir erkeğin en savunmasız olduğu an da zaten bu duyguyu ortaya koyduğu andır. Bunu gerçekten yapabiliyorsa şayet zaten karşısındaki için bir şeyleri göze almış demektir. (Amiyane ve ingilizce tabiri ile he got the balls)


Ve ben bunun hemcinslerim gibi bir aptallık ya da zayıflık olarak görmüyorum, karşı cinsin bir "çıkma teklifini" biraz özgüvensiz hareket olduğunu düşündüğünü gördüm, hayır hanımlar yanılıyorsunuz! Hem çok büyük! Bir erkek size karşı hislerini size anlatıyorsa kafasının içinde zaten türlü savaşlar vermiş ve sizi kaybetme riskini ve hatta belki de arkadaşlarınız ile alay konusu olabilmeyi vs bile göze almış demektir. Aksine ya biz takılıyorduk sevgili olduk tipleri çok afedersiniz ama götüne güvenmeyen erkeklerdir. O yüzden sağlıklı bir ilişkinin bu aşamayı geçmesi gerek diye düşünüyor ve bunu yapan bu cesareti gösteren hemcinslerime iyi davranmanızı rica ediyorum. Erkekler basit yaratıklar ve açıkçası ihtiyaç duydukları şey biraz sevilmek. (İt serseri değilse tabii,onlar bu açıklamalara girmiyorlar)
Ve ben şunu sormak ve cevabını almak istiyorum. Madem ki kadınlar önemsenmeyi ve sevilmeyi istiyor, neden mal gibi imkansıza ya da kendisine uymayana ya da şerefsizin tekine tutuluyor? Bu mu gerçekten kriter. İt serseri orospu çocuğu olsun ağzıma sıçsın, iyi olan erkeklere gidip onun hakkında ağlayayım,keşke senin gibi olsa diyeyim, en mantıklı sevgili adayıma " ben seni arkadaşım olarak görüyorum diyeyim " bu mu lan?


Ben bu konuda çok kızgınım. Çünkü güzellik geçici, aşk geçici. Şişman zayıflar, güzel çirkinleşir, tek bir kazaya ya da yaşı 40'a dayamaya bakar ya, zayıf olan kilo alır, aşkından öldüğünüz kişiye bir sabah aşık olmadan uyanıverirsiz. Ama aşk gidince geriye sevgi, güven ve iyi bir arkadaşlık yani bir diğer deyişle iyi zaman geçirmek kalır. Bugün aşık olup aynı aşkı ömrünün sonuna dek yaşayacağını düşünen varsa, yüzüne karşı gülmek isterim, çünkü benden daha iyimser demektir.
Takılmak mı istiyorsunuz, takılmak istiyorum diyin, seks mi istiyorsunuz seks istiyorum diyin. Ya da şişmansın olmaz diyin, çirkinsin olmaz diyin (hayır sanki kendileri ileride götüme dönmeyecek gibi) ama doğruyu söyleyin. Tutup da kendi kendinize belki severim diyip kimsenin ve en önemlisi kendi vaktinizi harcamayın. Ne gerek var ya, sivri dilli olun, gerçek olun. Gerçek birkaç gün koyar ama kandırılıp kendini aptal hissetmek çok daha uzun.
21..Yüzyılın takılıp sevgili olduk kafasını reddediyorum, babalarımızın, dedelerimizin gibi azıcık kuyruğumuzu kıstırıp gardımızı indirip hislerimizi ve gerçek benliğimizi açmayı savunuyorum. Bunu istemeyen kadına kendıne acı çektirme seanslarında başarılar ve bol eğlenceler diliyorum. Çünkü beyaz adam bir gün sevginin, iyiliğin ve gerçekliğin önemini anlayacaktır. İleriliki yaşlarda farkına varıp yanıbaşınızdaki potansiyel kocaları üzmeyin.


Ve bir de uzun istişareler sonucunda mutabakata ulaştığımız bir dipnot; "Arkadaş olarak görüyorum, arkadaş kalalım biz " cümlelerinden sonra size hislerini açan bir erkekle arkadaş kalamazsınız. Madem ki bu arkadaşlık her halükarda bitecek tavsiyem karşınızdaki kişiye ilişkiyi denemeyi teklif edin, arkadaşlık bitecekse sevgili olamadığınız için bitsin, bakmışsınız olmuş?! O zaman ne olur, mutluluk.
İlişki dediğiniz şey zaten bir insanla olup olmamayı denemektir, şayet mal değilseniz (afedersiniz ama kızıyorum!) olmayan bir ilişki kavgalı bitmedi ise arkadaş olmamanız için bir sebep yok. (Ertesi gün kanka naaapz diye ensesine vurun demiyorum)
Çünkü aşk, sevgi bittiyse bile geriye beraber geçen iyi vakitler kalır ki LAN BU ZATEN ARKADAŞLIK anlamına gelir.
O yüzden rica ediyorum, burnu havadalık yapmayın, ay götüm gibi havalara girmeyin. Hayat ve mutlu olmak sizin elinizde. Saçma sapan insanlar ve kararlar acayip tripler ile hayatınızı zorlaştırmayın, birazcık keyfine varın. Türkiyede yaşam süresi ortalama 75 yıl. Sonrası tekrar karanlık. Bırakın biraz değsin. Hissetmek bir ayrıcalık.

Kendiniz ve gerçek olun ve dürüst olun. Gerisi gerçekten mühim değil. Sevgiyle kalın, mutlulukla kalın.

Saygılarımla

(Dipnot:  Yukarıdaki fikirlerie ne ölçüde katıldığınızı, sizin neyi nasıl gördüğünüzü ne ölçüde katldığınızı bu düşüncelerin birer hayal ve edebiyattan ibaret olup olmadığını merak etmekteyim, geri dönüşler ile düşüncelerimizi incelemek isterim, sonuç olarak bu fikirler sabit olmamakla birlikte her fikir gibi gelişmeye ve değişmeye muhtaçtır)

                                                                                                                                                     260418 İstanbul


Düzenleme: 280418
                Değerli bir dostun eleştirisi şu yönde oldu;
“Kadınların kendisini üzen erkek seçme olayına çok yüzeysel bir yaklaşım gibi olmuş. Bunun altında, baskıcı ailelerin baskıyı, insan yerine koymamayı, izin vermemeyi kız çocuklarına sevgi olarak tanıtıp, daha sonra kızın genç olup sevgiyi ararken kendisini kısıtlayan, ona sınırlar koyan insanı seçmesi var. Ya da eğer serseri kişilerin peşinden koşuyorlarsa, bugün televizyonu aç, ilk rast geldiğin dizi izle. Her dizide bir serseri ele avuca sığmayan umursamaz bir erkek karakter ve onu düzeltmeye çalışan kadın karakteri var. Genç kızlar bunu izliyor ve bu ilişkiyi arıyor. Kadın sanki serseri oğlanın yara bandı olmak zorundaymış gibi bir rol biçiliyor toplumda da. O yüzden kadınlara soru sormak burada saçma, burada tüm topluma sormak lazım, kadının bedeni vücudu dili ruhu, hiçbir erkeğin rehabilitasyon merkezi olmak zorunda değilken, niye böyle bir algı yarattınız ve medya ile sürekli bu algıyı devam ettirmeye çalışıyorsunuz diye.
Ama daha çocukken dahi dışarıya agresif ama sevdiklerine korumacı anne babaların altında yetişmiş, sürekli her şeyi izne tabii tutulmuş, kısıtlanmayı değer vermek olarak nitelendiren bir ailenin elinde büyümüş, her televizyonu açtığında aklı beş karış havada serseri erkeği insana çeviren kadın karakterini başrolde görmüş, tüm şarkılarda bunu duymuş ve tüm filmlerde bunu izlemişse bu kız çocuğunu büyüdüğünde içinde büyüdüğü, televizyonda gördüğü, şarkılarda duyduğu, filmlerde izlediği şeyi arıyor diye suçlayamazsın. Suçlu kız değil, alıcısı bol diye bunu pompalayan medya, kızlarıyla olan ilişkisini oturtamamış kocaman bir aile ilişkisi karmaşası ve bundan beslenen kocaman bir toplumdur bence.”
                Bu durumun farkında olduğumu belirteyim öncelikle, evet kadınların ‘bu’ tipe olan ilgisi televizyon ve medya ile alakalı. Ancak önemli olanın kadınlarımızın bu durumun farkında olması gerektiği, bir şeyleri düzeltmeye çalışmak, rehabilitasyon ve eğitim merkezi olmanıza gerek yok hanımlar. Elimizde mükemmel yetişmiş ve sevgiyi paylaşmak isteyen beyler var. Kızıyor olmamın sebebi duygusal-romantik-centilmen diyebileceğimiz erkeklerimiz ile mutlu olabilteniz daha yüksek iken kendinizi; size empoze edilen ve ‘tanıdık’ diyebileceğimiz bir tip yoruyor ve mutsuz oluyor olmanız. Mutlu olmayı hak ediyorsunuz, herkes mutlu olmayı hak ediyor. Hayata bir kere geldiğinizin farkına ne kadar erken varırsanız kendi mutluluğunuzun aslında ne kadar kıymetli olduğunu göreceksiniz.
70 yıllık ömrümüzün sonuna doğru geriye dönüp baktığınızda pişmanlıklar, boşa uğraşılan vakitler, anlamsız tartışmalar, iflah olmaz bir şeyi düzeltmeye çalışmış olarak harcamış olmak mı yoksa elinizde güzel anların fotoğrafı ile mutlu olmak mı?

19 Nisan 2018 Perşembe

It Was That Moment He Knew



                Saatte 27 kilometre hızla esen rüzgara karşı, 160 kilogram ağırlığında ve iki tekerlekli saatte en fazla 140 kilometre hız yapabilen bir aracın üzerinde ancak ve ancak yolun boşluğu sayesinde saatte 135 kilometre hızla ilerliyorken farkına varabildim sanırım olayın.

Günlerce uykusuz kalınan ve mütemadiyen de kalınmaya devam edilen gecelerde nedense bu düşünce aklıma o kadar uğramamıştı ki, farkına vardığım anda sağ elimi serbest bırakarak sınırları zorlanmakta olan motoru sakinleştirerek saatte 100 kilometre hızla ilerlemeye devam ettim, bu esnada kafamın içerisindeki düşünceler çoktan ışık hızına ulaşmış dünyanın yörüngesinden uzaylı dostlarımıza doğru ilerliyordu.

            Tam olarak ulaşabileceğim en yüksek hıza 5 kilometre saatlik bir zorlama mesafesindeyken farkına varmış olmam, aslında motorun değil de benim sınırlarımım zorlandığının bir kanıtı olabilir, ancak benim sınırlarım zorlanalı zaten oluyordu birkaç zaman.

Olmasını istediğim şeylere yaptığım anlamsız odaklanma sebebiyle yanından geçip gittiklerim, geride unuttuklarım ve bu anlamsız odaklanma sebebiyle ‘zorlamalarım’ sebebiyle olabilecek güçteki şeyler bile olmuyor. Aslında çok güzel bir kavram var değil mi? Akışına bırakmak.

Yokuş aşağı giderken boşa çekilen vitesin verdiği o rahatlama hissi, esen rüzgar, serbest bırakılan vücut, yalnızlığın verdiği dengesizlik, her an devrilme riski…

Tek ihtiyacım biraz konuşmak, biraz anlatmak hatta belki anlatmamak, sadece bakmak, bir sigara yakma isteğinin oluşması ama yakmamak, biranın köpüklü üst yüzeyinden bir yudum almak burnuna kadar köpüğe boğulmak.

Ve aptala çalan bir sohbet, aklımın içinden geçenlerin ucunu tutamadığım, ne kadar güvensiz hissetsem de güvende olmayı dilediğim bir nevi başıma gelecekleri bildiğim bir an, bir şeker, bir şeker daha, sonra belki bir tane daha....

Yol devam ediyor, dalmış hızımı saatte 90 kilometre ve civarında seyrediyorum, yol yine devam ediyor. Rüzgar biraz daha sert esiyor, bu sefer sağımdan vuruyor hemen ardından solumdan… iyi bir sarsılsam da düşmüyorum, o esnada hız ibresi 110 civarında…

            Yola karanlık çoktan çökmüş, akıbetinde içime de zaten normal şartlar altında bile nadiren iyi düşünebilen Bay K. anlamsız bir hüzünle bütünleşiyor. Hem de hiç gerek yokken.

Saatte 27 kilometre de esse 32 kilometre de esse onu pek alakadar etmeyen parlak farlı bir araç tahminen saatte 130 kilometre veya üzeri bir hızda solumdan bir kurşun gibi geçiyor.

“Viiiijjuuuuuuuvv, tuduk tuduk”

Hemen ardından bir başkası;

“Duuuuuuvvvm, part part, vijuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuv”

Tüm karanlıktan o anda çıkıveriyorum; her anlamda... hızımı saatte 120 kilometre ve türevlerine sabitlerken aynı anda her iki yönün de ışıkları açılıveriyor…

Dünya dönüyor mu arsızlıkla, her çapsızlıkla sızıyor mu dipsiz rüya?
Çok çok çekilir şansız kura, tükenir sarhoşluklar, bağırır tüm boşluklar
Yapılır nahoşluklar, ayıp mı nahoşluklar?
Kime göre nahoşluk lan!

Öyle bir andan birkaç an sonra...
E80/İstanbul

12 Nisan 2018 Perşembe

Bir Görgüsüzlük Örneği Olarak Youtuber'lık

Youtube Türkiye çok ilginç bir yer gerçekten, Arif'in Manchester'a attığı gol videosundan, Songül Karlı'ya gidene mi dersiniz, tek vasfı makyaj yapmak olan kişinin milyonlarca izlenmesi ve o kişinin "jargonunu" kendi ağzına entegre etmeye çalışanlar mı dersiniz, yoksa yabancı içeriklerin aynısını kendisine uyarlayan mı dersiniz ve bunun çok tutması mı dersiniz, haydi onu da geçtim birbirini kızdıran 3 adamın çok komik olduğu görüşüne sahip kitle mi dersiniz...

Son cümleyi açacak olursam;
                               Takdir edersiniz ki birinci, ikinci ve hatta üçüncü videoda bu insanların birbirini “kışkırttığını” kabul etmek pek kolay mümkünken, bunun upuzun bir seri olması ve daha önce bu başına gelmiş olan insanların daha (ve tek işlerinin youtube’a video çekmek olduğunu da göz önüne alırsanız) sonrasında bunun bir kendileri için hazırlanmış bir video içeriğini “anlayamamaları” ve yine “kışkırtılmaları” mantıklı bir bireye göre kabul edilebilir olmamalıdır. Çünkü ya izleyiciyi ya da kendilerini deyim yerindeyse ‘salak’ yerine koyup buna sinirlenmiş gibi yapıyor olabilirler gayet, ya da diğer ihtimalde video içeriğindeki kişinin bunu anlamadığını ve yine “kışkırdığını” kabul edecek olursak bu sefer de video çeken bireylerin çok afedersiniz ama ‘salak’ olduğunun kanıtı olmaz mı?
Sonuç olarak her iki senaryoda da bu insanları izlemenin bir mantığı olmadığı görüşündeyim.
Tabii ki youtube’da tutan bir içerik yaptıktan ve iyi bir takipçi kitlesine ulaştıktan sonra yapmanız gereken ilk şey, en tutan en saçma içeriği alarak onu filme ya da tek vasfınız makyaj yapmaksa bunu hemen bir markaya dönüştürmektir. Maliyetinizi 5 lira tutarak, tanıtıma özel 30 TL ve ardından 45 TL’ye çıkan fiyatlarla küçücük bir ruj satabilirsiniz.
Hatta Recep İvedik gibi Türkiye’nin barzo tayfasının tipik bir örneği karakteri, internet üzerindeki köklü gruplarla, ekşi sözlükle vs ile biraz para yedirerek işbirliği yapar imdb puanını 1’e kilitleme challenge yaparak viral reklamınızı yapabilirsiniz. Daha sonra da insanlar sanki bunun ayırdına hiç varmamış gibi “bak bak bu virali yaptım ama çakmadınız” diye tweet atmak; bunlar hep olağan ve takipçi kitleyi göz önüne aldığınız zaman müstehak sayılabilecek şeyler.

Youtube Türkiye’nin genel olarak özeti bu olmakla birlikte, bir de takipçi kitlenin bu güzel abilere ablalara özenerek kendi kanallarını kurarak daha acayip içerikler üretmesi beni iyice benden alıyor. 3-15 yaş arasındaki küçük kardeşlerimizin elinden lütfen tablet-telefon ve bilgisayarları alalım… Ülkecek buna ihtiyacımız var.

Ancak tüm bu anlattıklarım bu yazının çıkış noktası değil; yazımızın çıkış noktası tahmin edilebileceği üzere Burcu Esmersoy!
Youtube’un vergisiz ve güzel para kazanma yöntemi (A.K.A Keriz Parası) ünlüleri de cezbetmiş olacak ki zaten halihazırda ‘hiçbir vasfım yok ama ünlüyüm ve para kazanıyorum’ tayfasının da youtube’a giriş yaptığını görüyoruz.
Öncelikle sevgili Burcu hanım, ‘çantamda ne var?” konseptli videoların ömrünü 2014-2015 sezonunda tükettiğini belirtmek isterim. En baştan içerik seçiminizin falso olduğunu söylemeliyim.
Ancak bunun da önem arz etmediğini belirtmekte fayda var. Asıl bombamız, o mükemmel sözler!
“Erkek arkadaşınızla birliktesiniz, cüzdana ihtiyacınız olmayabilir… Ama ne olur ne olmaz diye… Ki ben ne olur ne olmazcıyım! Mutlaka yanıma para almaya çalışıyorum ya da bir kart…”
Şimdi bu yazının asıl sebebi olan bu sözler üzerine yüksek müsaadenizle bir şeyler söylemek isterim.
Kadın – Erkek eşitliğini dibine kadar savunduğumuz ve bunun ülkemizde gerçekten kanayan bir yara olduğunu göz önüne alırsak Burcu hanımın bu sözlerine ‘katılabilecek’ ve hatta üzülerek söylüyorum ki ‘katılan’ insanlarımızın mevcut olduğu ve bunların benim hemcinsim olması beklenirken Burcu hanımın hemcinsi olması beni daha da hayrete düşürmüş durumda. Hâlbuki Mehmet Aslantuğ ne güzel söylemişte bundan birkaç zaman önce;
"Üretime girmesi lazım kadının. Ata'nın işaret ettiği muasır medeniyet seviyesi kadın üretime girmeden olmuyor" 
"Bunu şöyle formüle etmek zorundayız. Bu erkeğe de anlam katar, kadına da: Bu duyguları koruyalım ama kadın evinde, üretimden çekilip bütün ikbal istikbalini bi adamın vicdanına, aşkına, samimiyetine, günün sonunda bi gün aklının karışmasına, yanılgılarına bırakmamalı. "
Ne kadar da doğru söyledi demiştik değil mi hep bir ağızdan. Gerçekten de beyefendiliği ve karşısındaki saçma fikirlere karşı o kadar sakince anlattı ki Mehmet Aslantuğ bir kez daha kendilerine hayran olduk.
Gerçekten de ‘kamera karşısındaki’ diye adlandırabileceğimiz insanların hepsi keşke Mehmet Bey gibi olsa ya, ilkelerine bağlı, efendi, sakin ve mantıklı. Ve en önemlisi eşitlikçi.
Kadın – Erkek eşitliği Türkiye’nin kanayan yarası demiştik, evet kesinlikle. Hâlâ haberimizin olmadığı ama kocasının baskısıyla istediğini giyemeyen, çalışamayan veya daha başka şeylerle mücadele etmek zorunda olan kadınlarımızın olduğunu lütfen aklınızdan çıkarmayın.
Toplumun ‘önde gelenleri’ diyebileceğimiz insanların bu durumun farkında olması ve bu durumu göz önünde bulundurarak açıklamalar yapması; Burcu hanımın durumunda hemcinslerine örnek ve destek olması beklenirken, bu açıklamanın benim de içerisinde yer aldığım büyük bir kesim tarafından hoş karşılanmadığını görüyoruz.
Hesap Kadın – Erkek de olsa, Erkek- Erkek de olsa, Kadın- Kadın da olsa eşit ödenebilmelidir. Hiçbir erkeğin ilk buluşma diye ya da başka bir sebeple ‘hesabı ödeme yükümlülüğü’ olduğunu savunmak mümkün değil. Kişi incelik yapmak ister, o başka. Kişinin görüşüne bağlı bir durum bu. İsterse öder, istemezse ödemez kimse de ondan ödemesini beklemez, ödemedi diye ahlak kurallarına uymamış olmaz, ya da amiyane tabir ile öküz olmaz. Aksine günümüz Türkiye’sinde bu erkeğin öküz veya odundan ziyade hemcinslerine göre ileri görüşlü olduğu dahi savunulabilir.
                 Burcu Hanımın olayın ertesi gününde yaptığı açıklamalar ise şöyle;
Videonun bir ilk buluşma videosu olduğunu, ilk buluşmada ahlak kurallarına göre hesabı erkeğin ödemesi gerektiğini, Avrupa’da pek çok yerde böyle bir uygulama olduğu hatta bazı restoranların hanımefendilere fiyatsız menü verirken, beyefendilere fiyatlı menü verilirmiş, bu böyle olsa iyi olurmuş.
Yani şimdi ben bir ‘date’e gittiğim zaman ilk buluşma diye hesabı ben ödesem ama sonraki buluşmalarda karşımdaki hanıma hesabı (çok afedersiniz ama) kitlesem, ya da bölüşsek bu daha garip değil mi ?

Bence garip. En başından bölüşelim hesabı, elmayı,kahveyi, yemeği, suyu, hayatı, sevgiyi, aşkı? Mottomuz bu olmuyor mu ilişkilerde “ her şeyi paylaşmak “ e haydi paylaşalım!
Hesap hariç mi her şeyi paylaşalım?



Dipnot: Burcu hanım bu vesile ile videosuna iyi izlenme, takipçilerine iyi takipçi kattı, güzel reklam! Saygılarımla. Akıl dolu hareketleri takdir ederim.