Kuşlar ötüyor, kediler uyanıyor, güneş doğuyor. Gün yeni
başlıyor ve insanlar uyanıyor, ben ise henüz ne yaptımsa uykudan bir damla bile
almamış durumdayım. Birkaç saatin sonunda uyuyamacağımı kabul ederek yataktan
çıkıyorum. Balkona çıkıp üç sularında tam olarak yarısında kenara atıp
söndürdüğüm sigarayı tekrar yakıyor ve bitiyorum. Lakin kesmiyor, paket
açılıyor, tekrar çakmağın çıt çıt sesi ve bir tane daha yanıyor.
O sırada
sokaktaki kedilerin birbirleri ile oynayışlarını ve yoldan geçen bir adamın
(tıpkı benim gece yarısı yaptığım gibi) onlara bakarak gülümsediğini görüyorum.
Hafif bir tebessüm ile büyük bir duman alıyorum. Ve o an fark ediyorum ki;
Aslında her şeyi hatırlıyoruz. Sadece işimize
gelmediği zaman hatırlamıyorum, çok içmiştim hatırlamıyorum ki diyoruz. Bunun ayırdına
vardığımda kaybettiğim bir başka şeyi de anlıyorum. Neyse ki haftasonundayız,
gidilecek bir iş, yapılacak şeyler yok.
Bu durumun verdiği rahatlıkla yazmaya başlıyorum. Günlerin
takibini kaçıralı bir süre oldu,lâkin buna henüz takılmıyorum.
An itibariyle beni iyice tanımış bir mesaj geliyor ‘Sen
kendin yapmayıp biraz da karşıdan bekliyorsun, güven sağlamaya çalışırken
inadın ve gururun yüzünden (gurur kısmına katılmıyorum) sürekli güveni
kırıyorsun, aslında bir şey yokken sanki bir şey varmış kadar abartıyorsun’ (bu
kısma da katılmıyorum çünkü bir şeye darıldı-üzüldü isem orada bir şey var
demektir, en azından ben karşımdaki için böyle yapmaya çalışıyorum)
Evet, ben önce karşıdan bekliyorum ve bunun sebebinin de
korkularım olduğunu biliyorum, farkındayım ama adı üstünde korku lan bu, ne
yapabilirim. Önce beni kazanın, bana bir güven verin, korkuyorum güvenemiyorum
çünkü ne zaman kendimi açsam canım acıdı, elimde değil artık, ben izin versem
bilinçaltım buna izin vermiyor. Çözümünü bilsem gerçekten çözerdim. Bu son
cümle de benden çok duyulur, çünkü öyledir, çözebilirsem çözerim.
Şimdi bu hatırlama mevzuuna dönecek olursak, işimize
gelmeyeni hatırlamıyoruz, çünkü kendimizi koruyoruz ve bu arada gerçekten
kendini bir yalan ile korumaya çalışan herkes bir asalak, aptaldır. Aksini
iddia eden yalancı bir kevaşedir. (AHA VALLAHA DA DEDİM)
Ve tam olarak bu sebeple, gerçekler yüzüne vurulduğunda ne kadar acı olsa
da gerçeği duyduğu için sevinebilen acayip adam bendeniz, çok mutluyum. Çünkü
herkesin tatlı yalanları sevdiğini biliyorum. Ve yine bu yüzden benden bir
yalan duymayacaksınız, çünkü umurumda değil. Gerçeği kaldıramayacak, bundan
korkacak insanın benimle bir sohbeti olmasa da olur. Kendine faydan yok hıyar,
bana mı olacak!
Fark ettim de bu yazıda biraz sert gidiyorum, uykusuzluğuma,
huysuzluğuma, asabiyetime ve de kafama takılanlara verin. Henüz ilaç vaktim gelmedi :P
Bazı durumlarda kendim gibi
olmayı o kadar çok istiyorum ki anlatamam. Mesela sevmek, sevmek istiyorum lan
ben. Sevmek ve sevilmek. Bundan güzel bir şey olabilir mi ya?
Sonra noluyor,
tabii ki seviyorum. Kendim gibi oluyorum, anlayışlı, güven veren, seven,
iltifat eden, şiir yazan, sürpriz yapan, önemseyen, merak eden falan da filan.
Ama gelin
görün ki noluyor? YÜZ BULUNUYOR.
Beni rahatsız
eden bazı hareketler oluyor, sonra diyorum ki ‘insanız, yaparız’; sonrasında
oturuyorum konuşuyorum, hem de nasıl biliyor musunuz?! BİLALE ANLATIR GİBİ TANE
TANE TEK TEK DİYORUM BAK BENİ BU BU ÜZDÜ,BU BU RAHATSIZ ETTİ, LÜTFEN BU OLMASIN
TEKRAR.
GUESS WHAT! Tekrar oluyor!
Sonrasında ben biraz daha
üzülüyorum, geriliyorum, ketum, duygusal, şüpheci, güven problemi olan
kişiliğim başlıyor kafamdaki kurtları ‘Güle güle büyütmeye’ (Al içine kurt
düşürdüm güle güle büyüt sözüne bir atıf)
Sonra şanslıysak eğer, (ki
henüz olamadık bakalım olacak mıyız) tekrar konuşup bu olayın tekrarının
olmaması konusunda anlaşıyoruz, ve
olmuyor. Ütopik hayalimde olmuyor. Böyle bir durumda sonsuza dek mutlu
yaşadılar diyerek sahneyi kapatabiliyoruz.
Fakat gerçek hayatta tekrar
tekrar oluyor. Sonra ben iyice sessizleşiyorum, güvenim yavaş yavaş
kemiriliyor, sabrımı tamamen kendi kendime; kendi kurduğum şeylerle
tüketiyorum. Sonrası malum iç savaş. Ve böylece döngü devam ediyor.
Kırıyor, yakıyor, yıkıyor,
parçalıyorum, zarar veriyorum ta ki düzeltilemez hale gelene dek.
Gel zaman git zaman yaptığımın
yanlış olduğunun farkına varıyorum, kendime kızıyorum, sonra acıyorum, sonra
ders alıyorum, sonra başka bir hassas noktama biri yine aynı şekilde temas
ediyor.
Ben neden bu döngüde dolanıp
duruyorum yahu yeter.
Yani özetle, ben her şeyi
verdiğimde alın ve onu koruyun. Sonrasında ben bile geri getiremiyorum, orada
çok ince bir nokta var, büyükler bam teli demiş, basmayın oraya…
Saçlarım gri oldu yirmi birimde,
sanıyorum artık hiç uyku kalmadı gözlerimde.
Ben çay demlemeye gidiyorum, bu
yazıları da silerim ben sonra biliyorum..
06:45
(Yine güzel bir tesadüf olarak altıkırkbeş olması)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder