14 Temmuz 2018 Cumartesi

“Temmuz Gelir Giderken”



Kuşlar ötüyor, kediler uyanıyor, güneş doğuyor. Gün yeni başlıyor ve insanlar uyanıyor, ben ise henüz ne yaptımsa uykudan bir damla bile almamış durumdayım. Birkaç saatin sonunda uyuyamacağımı kabul ederek yataktan çıkıyorum. Balkona çıkıp üç sularında tam olarak yarısında kenara atıp söndürdüğüm sigarayı tekrar yakıyor ve bitiyorum. Lakin kesmiyor, paket açılıyor, tekrar çakmağın çıt çıt sesi ve bir tane daha yanıyor. 

             O sırada sokaktaki kedilerin birbirleri ile oynayışlarını ve yoldan geçen bir adamın (tıpkı benim gece yarısı yaptığım gibi) onlara bakarak gülümsediğini görüyorum. Hafif bir tebessüm ile büyük bir duman alıyorum. Ve o an fark ediyorum ki;
             Aslında  her şeyi hatırlıyoruz. Sadece işimize gelmediği zaman hatırlamıyorum, çok içmiştim hatırlamıyorum ki diyoruz. Bunun ayırdına vardığımda kaybettiğim bir başka şeyi de anlıyorum. Neyse ki haftasonundayız, gidilecek bir iş, yapılacak şeyler yok.
Bu durumun verdiği rahatlıkla yazmaya başlıyorum. Günlerin takibini kaçıralı bir süre oldu,lâkin buna henüz takılmıyorum.
An itibariyle beni iyice tanımış bir mesaj geliyor ‘Sen kendin yapmayıp biraz da karşıdan bekliyorsun, güven sağlamaya çalışırken inadın ve gururun yüzünden (gurur kısmına katılmıyorum) sürekli güveni kırıyorsun, aslında bir şey yokken sanki bir şey varmış kadar abartıyorsun’ (bu kısma da katılmıyorum çünkü bir şeye darıldı-üzüldü isem orada bir şey var demektir, en azından ben karşımdaki için böyle yapmaya çalışıyorum)


Evet, ben önce karşıdan bekliyorum ve bunun sebebinin de korkularım olduğunu biliyorum, farkındayım ama adı üstünde korku lan bu, ne yapabilirim. Önce beni kazanın, bana bir güven verin, korkuyorum güvenemiyorum çünkü ne zaman kendimi açsam canım acıdı, elimde değil artık, ben izin versem bilinçaltım buna izin vermiyor. Çözümünü bilsem gerçekten çözerdim. Bu son cümle de benden çok duyulur, çünkü öyledir, çözebilirsem çözerim.


Şimdi bu hatırlama mevzuuna dönecek olursak, işimize gelmeyeni hatırlamıyoruz, çünkü kendimizi koruyoruz ve bu arada gerçekten kendini bir yalan ile korumaya çalışan herkes bir asalak, aptaldır. Aksini iddia eden yalancı bir kevaşedir. (AHA VALLAHA DA DEDİM)
Ve tam olarak bu sebeple, gerçekler yüzüne vurulduğunda ne kadar acı olsa da gerçeği duyduğu için sevinebilen acayip adam bendeniz, çok mutluyum. Çünkü herkesin tatlı yalanları sevdiğini biliyorum. Ve yine bu yüzden benden bir yalan duymayacaksınız, çünkü umurumda değil. Gerçeği kaldıramayacak, bundan korkacak insanın benimle bir sohbeti olmasa da olur. Kendine faydan yok hıyar, bana mı olacak!
Fark ettim de bu yazıda biraz sert gidiyorum, uykusuzluğuma, huysuzluğuma, asabiyetime ve de kafama takılanlara verin.  Henüz ilaç vaktim gelmedi :P


Bazı durumlarda kendim gibi olmayı o kadar çok istiyorum ki anlatamam. Mesela sevmek, sevmek istiyorum lan ben. Sevmek ve sevilmek. Bundan güzel bir şey olabilir mi ya?
Sonra noluyor, tabii ki seviyorum. Kendim gibi oluyorum, anlayışlı, güven veren, seven, iltifat eden, şiir yazan, sürpriz yapan, önemseyen, merak eden falan da filan.
Ama gelin görün ki noluyor?      YÜZ BULUNUYOR.
Beni rahatsız eden bazı hareketler oluyor, sonra diyorum ki ‘insanız, yaparız’; sonrasında oturuyorum konuşuyorum, hem de nasıl biliyor musunuz?! BİLALE ANLATIR GİBİ TANE TANE TEK TEK DİYORUM BAK BENİ BU BU ÜZDÜ,BU BU RAHATSIZ ETTİ, LÜTFEN BU OLMASIN TEKRAR.

GUESS WHAT!                                                                Tekrar oluyor!

Sonrasında ben biraz daha üzülüyorum, geriliyorum, ketum, duygusal, şüpheci, güven problemi olan kişiliğim başlıyor kafamdaki kurtları ‘Güle güle büyütmeye’ (Al içine kurt düşürdüm güle güle büyüt sözüne bir atıf)
Sonra şanslıysak eğer, (ki henüz olamadık bakalım olacak mıyız) tekrar konuşup bu olayın tekrarının olmaması konusunda anlaşıyoruz, ve olmuyor. Ütopik hayalimde olmuyor. Böyle bir durumda sonsuza dek mutlu yaşadılar diyerek sahneyi kapatabiliyoruz.

Fakat gerçek hayatta tekrar tekrar oluyor. Sonra ben iyice sessizleşiyorum, güvenim yavaş yavaş kemiriliyor, sabrımı tamamen kendi kendime; kendi kurduğum şeylerle tüketiyorum. Sonrası malum iç savaş. Ve böylece döngü devam ediyor.
Kırıyor, yakıyor, yıkıyor, parçalıyorum, zarar veriyorum ta ki düzeltilemez hale gelene dek.
Gel zaman git zaman yaptığımın yanlış olduğunun farkına varıyorum, kendime kızıyorum, sonra acıyorum, sonra ders alıyorum, sonra başka bir hassas noktama biri yine aynı şekilde temas ediyor.
Ben neden bu döngüde dolanıp duruyorum yahu yeter.


Yani özetle, ben her şeyi verdiğimde alın ve onu koruyun. Sonrasında ben bile geri getiremiyorum, orada çok ince bir nokta var, büyükler bam teli demiş, basmayın oraya…
Saçlarım gri oldu yirmi birimde, sanıyorum artık hiç uyku kalmadı gözlerimde.
Ben çay demlemeye gidiyorum, bu yazıları da silerim ben sonra biliyorum..
06:45
(Yine güzel bir tesadüf olarak altıkırkbeş olması)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder